Batı Avrupa’nın küçük ülkelerinden biri olan ve denize kıyısı bulunmayan Lüksemburg’un toprakları Fransa, Almanya ve Belçika ile çevreli durumda. Başkenti de oldukça ilginç bir şekilde ülkenin adını taşıyan Lüksemburg’un resmi dilleri ise Lüksemburgca, Almanca ve Fransızca olmasıyla dikkat çekiyor. Küçük bir ülke olmasının yanı sıra nüfus yoğunluğunun da bu veriye göre şekillendiğini söyleyebiliriz. 2018 yılında gerçekleşen son sayımlara göre 602.010 civarında seyreden nüfus oranı her yıl artış göstermeye devam ediyor. Bağımsızlık mücadelesini 1827 yılında kazanan ülke bu tarihten itibaren Fransa sömürgesinden kurtulmuş ve kendi anayasasını kullanmaya başlamış.
Lüksemburg tarih boyunca birçok hanedanlık ve ülke gördüğünden gezilecek yerleri de o oranda zaman içerisinde artış göstermiş durumda. Petrus Nehri üzerinde bulunan ve 1900-1903 yılları arasında inşası tamamlanan Adolphe Köprüsü, tren garı ile şehri birbirine bağladığından bölgeye ulaşım da aynı oranda kolayca sağlanıyor… Bock Casemates, ülkenin en çok turist ağırlayan bölgelerinden biri halini almış durumda; bunun esas sebebinin de yapıdaki birçok yeraltı tüneli ve mağaranın bulunması şeklinde yorumlanıyor. UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne adını yazdırmış olan Bock Tahkimatı 23 kilometre uzunluğa sahip.
Ülkede yer alan Büyük Dük Sarayı da 1572-1795 gibi uzun soluklu bir yapım aşamasını geride bırakıp 1817 yılında ilk ziyaretçilerini ağırlayan bir yapı. Lüksemburg Hükümeti’nin de hizmetinde olan bu sarayı ilk olarak Prens Henry kullanmış. Ülkenin müzeler bakımından oldukça zengin olduğunu ve gezi planınızı bunu göz önünde bulundurarak şekillendirmenizi öneririz. Avrupa Müzesi, Banka Müzesi, Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi ve Grandük Jean Modern Sanatlar Müzesi de bunlara verilebilecek en somut ve başarılı örnekler olarak biliniyor. Vianden Kalesi ile Orta Çağ Kasabası olarak bilinen Lüksemburg’un Vianden’i kuş bakışı görebilir anı ölümsüzleştirerek harika kareler yakalayabilirsiniz.
Schengen Kalesi, hem mimari yapısı hem de geçmiş dönemdeki ilginç bir anısıyla meşhur. Fransız yazar Victor Hugo’nun da bir dönem bu kalede kaldığı rivayetler arasında yer alıyor. Lüksemburg’u ziyaret etmek isteyenler için en uygun zaman diliminin yaz aylarıdır ancak ülkenin genel olarak sıcak ve ılıman bir iklime sahip olduğunun altını özellikle çizmemiz gerekiyor. Yağışlar sizi rahatsız etmeyecekse tercihinizi sonbahar veya kış aylarından yana da kullanabilirsiniz. Lüksemburg geziniz sırasında birçok bölgeyi yürüyerek dahi gezebilirsiniz, nasıl mı?
Oldukça küçük bir şehir olduğundan hem spor hem gezi gibi bakılarak planlar yürüyerek yapılabilir yahut tren ya da otobüs tercih edilebilir ancak dikkat hafta sonu sefer sayıları oldukça seyrek şekilde işler. Türkiye’den Lüksemburg’a uçak ile 3 saat 20 dakika gibi kısa bir sürede gidebilirsiniz.
Bordo pasaport sahipleri için vize şartı aranırken, diplomatik, gri ve yeşil pasaport sahiplerinden 180 gün içerisinde 90 günü aşmadığınız müddetçe vize istenmiyor.